İlk arkadaşımız Mecidiyeköy’den araca bindiğinde saat 06.30’a geliyordu, Pazar günü erken kalkmanın bahanesi kolay: Doğaya gitmek! Sonra sırasıyla Anadolu yakasından arkadaşlarımız birer ikişer araçta yerini alıyordu. En son arkadaşımız da araca bindiğinde, trafik yoğunluğu yeni başlamıştı. Biz de Tuzla’yı geçiyorduk artık. Yarı uykulu gözler yerini konuşmaya, sohbete bırakmıştı.
Aytepe sapağına döndüğümüzde ilk kısa molamızı veriyorduk. Sarıyer börekçisinin yanındaki marketten ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra aracımız Yuvacık Barajı’na doğru hareket ediyordu. Yuvacık Barajı çarşaf gibi sakin, bize bakıyor… Biz ise şaşkın gözlerle suyun neden çekildiğini tartışıyorduk.
Aytepe’ye biraz daha yakınlaştıkça yol dikleşiyor, aracımız yavaş yavaş ilerliyordu. Kent bitmiş, doğa kendini göstermeye başlamıştı.
Aytepe’ye vardığımızda saatlerimiz 9.00’u gösteriyordu. Tepede rüzgâr hızlanmış, serinliği yüzümüze vuruyordu. Çantalarımız sırtımızda koşar adıma inişe geçmiştik bile… Yaklaşık 2 km. inişten sonra Veysel Dayı’nın yerindeki şömine ateşi bize bakıyordu. Kahvaltı için getirdiğimiz yiyecekleri masaya sermiş, çaylarımızı yudumlarken derenin sesi kulaklarımızda şarkı söylüyordu…Ateş başı sohbeti çekiciydi fakat doğa bizi çağırıyordu, yürünecek yolumuz vardı…
Dereyi aştıktan sonra patika giderek dikleşiyor, ağaçların görkemi yanında ilerliyorduk. Seyir terasına vardığımızda, doğanın içinden manzaraya eşlik ediyorduk. Manzarayı içimize çektikten sonra kısa bir dinlenme arası hepimizi rahatlatmıştı. Rotamız Menekşe Yaylası’na yöneldiğinde patika bitmişti. Yol üzerinde ilerlerken kuşlar bir yandan ses veriyor adeta bize hoşgeldiniz şarkısı söylüyorlardı…
Menekşe Yaylası göründüğünde öğle vakti olmuştu. Menekşe Yaylası yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde bir alan. Buraya yürümek dışında, yol olduğu için gelinebiliyor. Bir de su için çeşme var. Su gürül gürül akıyor çeşmeden.
Çay ve kahve için ocağımıza uygun yer bulduktan sonra dinlenmeye karar veriyoruz… Kahveler, çaylar ve sohbet bizleri daha da yakınlaştırıyor.
Ve sürpriz Oktay çantadan Mey’i çıkartıyor, ezgilerini bizleri selamlayan kuşlara ve doğaya yolluyordu. Doğanın ezgisi Oktay’ın Mey’i ile buluşuyordu… Ve Zeynep’in önerisi ile yoga pozisyonu alıyorduk. Herkes bir şeyle meşgul oluyor. Yalçın ise bize görsel akrobatik hareketlerle kısa bir gösterisi sunuyor. Çocukluğumuz geliyor aklımıza. Enerjimiz yükselmiş “çelik çomak” oynamaya başlamıştık, hatta biraz daha ileri giderek elimizde bulduğumuz sopaları en uzağa atma yarışı yapıyor bulduk kendimizi, küçük yarışımızda Hüseyin’i kimse geçememişti.
Zaman çok çabuk geçmişti saat 14.00’yi geçiyordu, neşemize diyecek yoktu hani derler ya çocuklar gibi şendik… Menekşe Yaylası bizi güler yüzle konuk etmişti ama ayrılmamız gerekiyordu.
Adımlarımız daha keyifliydi dönüş yolunda. Ne zaman ki dereyi geçtik yolumuzu kısaltmamız gerektiğine karar verdik. Araziyi dik kesecektik. Eğim ve sık ağaçlar, yer yer taşlık arazide yol almak ne kadar güç olsa da, ekip olarak kontrollü şekilde bazı yerde perlon iple denge sağlayarak geçişlerimizi sağlıklı bir şekilde tamamladık. Artık yoldaydık…
Heyecanımız biraz artmıştı ve adımlarımızı artık daha dengeli atmalıydık. Yol üzeri rastlayan çeşmelerden akan su bize enerji kaynağı oldu… Saat 17:00’yi gösterdiğinde aracımıza ulaşmıştık. Çay molası için köy kahvesinde oturmaya karar verdik. Oturduğumuzda acıktığımızı hissediyoruz ve çantalarımızda ki son yiyeceklerimizi ortaya çıkartıp paylaşıyoruz…
you’re reall a goodd webmaster. The web sitte loading pace is incredible.
It kind off feels that youu aare doing aany distimctive trick.
Furthermore, Thee ckntents are masterpiece. you’ve done a excellent jobb on his matter!