Home / Etkinlikler / Yenice – Uçmakdere Köyü Doğa Yürüyüşündeydik…

Yenice – Uçmakdere Köyü Doğa Yürüyüşündeydik…

Sabahın alacakaranlığında yola adımımı atar atmaz sokakta köpekler aralarında oynaşıyordu. Dükkânlar henüz ışıklarını açmamış, sadece fırın ile börekçinin hareketliliği göz çarpıyordu. Mahalle henüz uykudaydı. Otobüs durağına vardığımda, araçlar yolda birer ikişer beliriyor sonra gözden kayboluyorlardı.

Banka oturmuş önümde duran içi boş pet şişeye bakıyordum, rüzgâr bir o yana, bir bu yana pet şişeyi sürükleyip duruyordu… Bir genç durakta bekliyor, sürekli araçların geldiği yöne bakıyor ve söyleniyordu. Belli ki bir yere yetişecekti, gideceği yere gidemeden sinir, stres dolmuştu bile… Bugün pazardı, araçlar daha uzun aralıklarla çalışıyor ve sayıları azdı.

Sırt çantama yaslanmış bir yandan  “insanlık halleri” ve bir pazar günü koşturmacası diye söyleniyor, bir yandan da etrafıma bakınıyordum, sanırım erken gelmiştim. Kısa bir zaman sonra da arkadaşlarla birlikteydik…

Bugün öncelik bizdeydi araca binmek için… Nereye mi gidiyoruz, kuşlar gibi, insanlarında gökyüzünde özgürce uçabildiği yere. Uçmakdere köyüne…

Uçmakdere; Tekirdağ’a bağlı eski bir Rum köyüdür…  Rumca adı “Advimio” olarak söylenmekte olup  “ hoş yer” anlamına gelmektedir. Türkler ise “Avdin” adını kullanmışlardır. Hane sayısının 500‘e kadar ulaştığını 1918 tarihli bir fotoğraftan görmekteyiz. 3 katlı, camekânlı evler ve ayazmaları, ahşap köprüler, sokak kandilleri, sokak ağızlarında “Talika”lar (ayna). Ayrıca her evin altında şarap mahzeni olarak kullanıldığını ziyarete gelen Rumlardan öğreniyoruz.

Gülen yüzlerle araçta  “Günaydın”, “Merhaba” eşliğinde yerlerimizi alıyorduk. Sonrasında uyku ağır bastığı için, İstanbul’dan çıkana kadar, gözler yarı uykudaydı. Trakya’da deniz ve orman yan yana… Düz, ovalık alanlarda tarlalar seçiliyordu. Uyku mahmurluğu yerini hoş sohbete bırakmış, acıktığımızı konuşuyorduk. İnecik Sapağı’na geldiğimizde, bir köy kahvesi buluyoruz. Dışarıdan kahvede birkaç kişinin masalarda sohbet eşliğinde çay içtiği görülüyordu. Çayımızı burada içmeye karar verdik. Kapıda bulunan simitçi bizi karşılıyor ve masaları birleştirmemize yardım ediyor. Herkes çantasından kahvaltısını çıkarıyor, birlikte afiyetle yiyoruz. Artık sabahın uyku sersemliği kalkmış yerini neşeli sohbete bırakmıştı. Son çaylarımızı yudumlarken gözümüz birden Ömer’in cam bardağına takılıyor… “Aman efendim” bu ne incelik diyoruz. Kahve önünde rüzgâr arada bir türbülans yapıyor, yoldaki tozları üzerimize bırakıyordu. Hava açık ama lodos kuvvetli esiyordu… Kahveci ve simitçi ile vedalaşıp ayrılıyoruz.

Bundan sonra bir yerde durmayacağız artık. Yenice köyü varıyoruz, şirin bir köy… Evlerin bitiminde hemen bahçe ve tarlaların yanından doğa yürüyüşümüze başlıyoruz. Tarlaların bitimi hemen orman yoluna ulaşıyor, köy manzarası eşliğinde, eğimli arazide kıvrılarak yükseliyoruz. Rüzgâr  hala bizimle  yer yer şiddetleniyor. Köyden uzaklaşıyoruz, bir süre sonra yol kenarında kahvaltı yapan köylü kadınlara rastlıyoruz, hepsi güler yüzlü, neşeli ve samimi, sohbeti seven insanlar, kahvaltıya davet ediyorlar hiç sakınmadan. Selamlaşma ve kısa sohbetin ardından yolumuza devam ediyoruz. Kahve molası için korunaklı bir alana çekiliyoruz. Bir miktar kahvenin vücudu zinde tutması yeterli geliyor, ardından doğanın verdiği enerjiyi bütün vücudumuzda hissederek, güle oynaya adımlarımızın izinde doğanın içine doğru yürüyoruz…

Doğa bugün gökyüzünde sadece kuşlara izin vermiş uçmak için.

Yürüyüş sırasında hava lodos esmediği için biraz terliyoruz…  Dengesiz esen rüzgâr nedeniyle üzerimizdeki rüzgârlıkları ya çıkarıyor ya da giymek zorunda kalıyorduk. Bir kaç saat içinde en tepe noktasına ulaşıyoruz ancak manzaranın keyfini çıkaramıyoruz. Ne manzaranın keyfini çıkarmaya izin vardı ne de dinlenmek için, çünkü rüzgâr şiddetini arttırmıştı, karşı tepede ise sürekli dönen rüzgârgülleri aynı periyotlarda dönüyorlardı.

Buradan ayrılma zamanıydı ve parkurun yarısını tamamlamıştık. Kalan yarısında ise iniş yapmamız gerekiyordu. Uçmakdere Köyü’ne varmak için ve öğlen atıştırmalıklarımızı çıkartmanın zamanıydı ama uygun yer bulmalıydık. Su kenarında, ağaçların arasında masaları bulunan bir yere ulaştığımızda ocağımızda su kaynatmaya başladık, çantalarımızda kalan yiyeceklerimizi paylaşarak çay, kahve ile birlikte yedik…

Çiçeklenmeye başlayan erik ağaçları yolumuzun üzerindeydi. Bu senede doğaya bahar erken gelmişti. Uçmakdere aşağıda yüzünü göstermiş, bizde yoldan çıkıp ağaçların arasında kaybolmuştuk, sık ağaçlar bizi yutmuştu sanki. Patikalardan aşağı süzülerek, insanların içine karışmıştık…

 

Check Also

Saklıgöl – Darlık Barajı Doğa Yürüyüşümüzden

Gecenin yağmuru henüz dinmişti, uyandığımda. Gökyüzü tedirginliğini atamamıştı üstünden. Penceremden teker teker sönen kentin ışıklarına …

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *